Bilinçdışı konuşur, fakat kullandığı dil öznenin kulaklarına yabancı bir dildir. Onun dili semptomdur.
Ego, yani Yunanca ‘’ben’’, kendiliğe dair kristalleşmiş bir imgeler ağıdır. Kişinin kendisine kim olduğuna ve dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair anlattığı öykülerle doludur. Ego, bu öykülerle zıtlık içerisinde olan ve aynı zamanda yoğun bir duygulanım da yaşatan fikirleri tanımama eğilimindedir. Kişiye yoğun bir utanç veren, kişinin konuşulabilir, ‘’ağza alınabilir’’ bulmadığı, hiç düşünmemiş ya da hissetmemiş olmayı dileyeceği içerikteki temsiller ben’den, yani bilince, bilmeye dair olan alandan uzaklaştırılır, yani bastırılır. Lacanyen bir dille söyleyecek olursak, ego bazı gösterenleri geri çevirir, onları gösterenler zincirinden kopartır.
Benlikten kapı dışarı edilen kendiliğe dair temsiller, yani gösterenler, yok olmazlar. Onların ben’den uzağa yollanması geri dönüşsüz bir sürgüne gönderildikleri anlamına gelmez, bunun yerine ayrı bir psişik grup olarak toplanırlar. Melman’a göre gösterenleri bilinçten uzaklaştırma işi market alışverişiyle gelen ürünlerin buzdolabına yerleştirilmesine benzer. Bu ürünler hemen kullanılmayacaktır, doğru zaman geldiğinde dolaptan çıkartılacaktır. Bu zaman gelene kadar da tıpkı donmuş ürünler gibi tazeliklerini, yani duygusal yüklerini korumaya devam ederler. Buzdolabındaki ürünler rastgele de yerleştirilmemiştir; her birinin kendine özel yerine yerleşmesiyle mükemmel bir sırada dizilmiş bir zincire benzerler. Bu ikinci zincir neredeyse ikinci bir ego, yani ikinci bir ‘ben’ oluşturur.
İkinci ‘ben’ de tıpkı ilki gibi konuşur, fakat kullandığı dil öznenin kulaklarına yabancı bir dildir. İkinci ‘ben’in dili semptomdur. Freud bu dili antik Mısır’ın hiyerogliflerine benzetir. Semptom deşifre edilmeli, metaforik boyutunda anlaşılmalıdır. Semptom tercüme edildiğinde çok farklı seslerle hep aynı ifade duyulur: o, tanınması bilinç tarafından reddedilen bir arzuyu konuşur. Her arzu gibi, hatta her şey gibi o da var olmak için tanınmaya ihtiyaç duymaktadır. Bilinç onu tanımadığı için aynı amacı semptom üzerinden gerçekleştirmeye çalışır.
Freud, Breuer’le konuşmalarında bu ikinci ‘ben’i, yani bilinçdışını arkaik, geri kalmış bir alan, psişik bir zayıflığın ürünü olarak ansa da Melman’a göre durum hiç de öyle değildir: bilinçdışının kendine has, oldukça kuvvetli bir zekası vardır. O, atıldığı sanılsa da normal benliğe sızmak, hatta bazen onu işgal etmek için yaratıcı çözümler bulan, etkisini en sıradan konuşmalarda bile gösteren, kararlı ve güçlü bir yapıdır.
Ego alelade temsilleri kapı dışarı etmez. Onun kesip bilinçten kopardığı temsiller bir bakıma ‘’ağza alınamayacak’’ olanlardır. ‘’Ağza almamak’’, yani o temsile söz vermemek, onu tanımamakla eşdeğerdir. Çiğnenmeden ve yutulmadan bekletilen gösterenler olurlar. Psikanaliz de tam tersine söze yer açma işidir. Semptomun içindeki duyulmaya dair daveti karşılıksız bırakmamaya dair bir çabadır. Konuşulamaz, düşünülemez, kabul edilemez, hayali kurulamaz olanı söyleyebilmeyi amaçlar. Analizanın her zaman kendisine dahi itiraf etmek istemediği, hiç var olmamış olmasını dilediği tüm düşünce ve duyguları konuşmakla ilgilidir. Psikanaliz pratiğinde ‘’söz vermek’’ ifadesi tam karşılığını bulur: ikinci ben’e dair olan söz, seanslarda bir obje olarak verilir. Aynı zamanda bir şeyin ‘’sözünü vermeye’’ de dairdir. Sözün ağırlığı, eylemin garantörü olur, yani kişi bir pozisyon alır. Psikanalist, kendi sözlerine dair bir hakkı, bir yetkiyi üzerine alması için analizana bir davet sunar. Bu anlamda psikanalizin amacı söz hakkına ulaşmaktır.
Kaynaklar:
Fink, B. (2013). Against Understanding, Volume I. Routledge.
Freud, S. (1895). Studies on Hysteria. Penguin Classics.
Melman, C. (2019). Nouvelles études sur l'hystérie. Éditions Érès.
Su Polat,
Kasım 2024
Comments